12 Aralık 2013 Perşembe

Karma anılar

Havalar güneşli olduğunda soğuk bile olsa deniz hasreti başıma vuruyor. Ne zaman güneşi görsem, soluğu denizin yanı başında almak istiyorum. Fırsatım olsa kalınca giyinir elime çayımı alır gidip deniz kenarında öylece dururdum. 

İnsanın denizi görmesi ne önemliymiş meğerse. Denizin kokusunu duymadığın bir şehirde yaşam ne zor. Sadece hayal edebilir insan elbette ama ne kadar sürebilir bu hayali  yaşam? En güzeli anılarla dolu fotoğraflara sığınmak...



Balık tutmayı denedim birkaç kez, sevemedim. Sabırsız bir yapım da yok aslında. Balıkçıları seviyorum, balığa çıkanları, balık tutan liman insanlarını, balık satanları seviyorum. Bir defa da olsa sabahın henüz ağarmadığı saatlerce çok minik olmayan bir takayla denize açılmak isterdim. Belki bir gün olur. 


Arkadaşı için yas tutan yorgun, yaşlı bir kayığı anlatıyor gibi geliyor bu fotoğraf. Gelmiş diğerinin yanında soluklanmış gibi açıkta olan kayık. Biri yaşam, biri ölüm gibi. 


İmkanım olsa da herkesi aynı yerde toplayabilsem keşke. Acaba neler konuşulurdu?

17 Kasım 2013 Pazar

Bulutların yatağı



Şantiyede bir yaşam sürmek için ve o yaşamı güzel kılabilmek için doğaya sarılmak şart. Aksi taktirde metal plakalar ile kuşatılan bu yaşam biçimi insanı son derece rahatsız eder. Görebilecek nadir şeylerin içinde en kıymetlisi bulutlar ve engin gökyüzüdür.


Her sabah göğe selam vermeyi adet edinmeli insan. Sonra çiçekler ve böceklerle konuşmayı bilmeli. Yağmurda ortaya çıkan salyangozları eliyle yol kenarına çekmeyi öğrenmeli. Yerli yersiz bağıran kurbağalara sofralarda şarkı söyleyerek eşlik edebilmeli en nihayetinde.


Konteynerlerin pembeliği bir umut yeşertebilmeli günün içinde. 


Şantiye kapılarının ardındaki yaşamı gözlemeyi bir nebze de olsa becerebiliyorsa insan, bulutların altındaki yaşamdan zevk almayı öğreniyor demektir yavaş yavaş. 


Çizgi film bulutlar etrafını sarınca çocukça gülümsemelere sarılabilmeli şantiyede yaşayan. Bir de tüm fotoğraflarda gereksiz yere kendini gösteren elektrik direklerine de alışabilmeli.


Tozlu çamurlu yollarda yürümeyi öğrenmeli. Ki bu öğrenme göğe bakma ile paralel olmalı. Öyle bir denge ki bu hem bulutlara bakıp hem de kaymadan yürümeyi öğrenebilsin insan. 


En önemlisi de kutu kadar bir evde yaşamaya razı gelmektir aslında. Karşısında sadece iki cılız ağaç olduğunu bilerek ama mutlulukla veranda benzeri ufak girintide elinde çayı ile oturmayı sevebilmeli, bazen ağlayarak da olsa.



Ne demişler bulutların ardında hava hep ama hep açıktır. Bulutlar en güzel yoldaştır yalnızlıklarda. 

30 Ekim 2013 Çarşamba

Renklerin içinde

'Renklerin içinde düşlerin içinde
Doğmak sessizce
Renklerin içinde cennetin içinde
Ölmek sessizce...'


İnstagram aracılığı ile yayınladığım fotoğraflarımdan bazıları. 


Bu sıra canon ile pek fotoğraf çekemesem de açığı instagram sayesinde cep telefonumla kapatmaya çalışıyorum. Ne şekilde olursa olsun hayattan anılar biriktirmek güzel.




Cezayir'den sevgilerimle...

30 Eylül 2013 Pazartesi

Cennetin içinde, renklerin içinde: Kefken


Bugün yine uzunca bir süre internet kesintimiz olunca ben de bilgisayarımdaki belgelerimi yedekledim. O sırada eski fotoğraflara bakarken kefken'e gittiğimde severek çektiğim fotoğraflarımı ayıklayayım dedim. Daha başka fotoğraflar da ayıkladım. Onlarla ilgili yeni postalar da hazırlayacağım. Kefken'i ne ben anlatmaya doyarım ne onda güzellikler biter. Orası ruhumun ait olduğu yegane yer. 


En sevdiğim şeydir bu deniz fenerlerine çıkıp denizin ortasındaymışçasına huzurlu ve hür hissetmek. Çıkması epey zor olurdu ama severdim. En son gittiğimde merdivenleri kırıktı çıkamamıştım. Umarım bir dahaki gittiğimde yenilenmiş olur. 




Balıkçıların özenle ördüğü bu ağlar nasıl da rengarenkler, göz alıcılar. Bir kerecik de olsa ben de örebilmek isterdim rengarenk bir ağ, içine hayallerimi de koyardım.



Ağlar böyle serilmişken fotoğraflamamak olmazdı. 


Ahhh deniz canım deniz, mavi deniz... Bu fotoğrafa bakınca uzanıp da dokunabileceğim kadar yakınımdasın işte...


Işık hüzmelerinin arasında nasıl da güzel görünür o balıkçı tekneleri..

Özledim seni Kefken...

16 Eylül 2013 Pazartesi

Denizi özlemek

Bir gün denize bu kadar özlem duyacağımı bilemezdim elbet. Ankara'da üniversite yıllarını heyecan ve güzelliklerle geçirmiş biri olarak diyebilirim ki o yıllarda denizsiz bir şehirde bile bu denli yoğun değildi içimdeki özlemek duygusu.







Ve denizi düşündüğümde sıkça aklıma düşen dizeler şunlar;

Gemiler geçer rüyalarımda, 
Allı pullu gemiler, damların üzerinden; 
Ben zavallı, 
Ben yıllardır denize hasret, 
"Bakar bakar ağlarım." 
Hatırlarım ilk görüşümü dünyayı, 
Bir midye kabuğunun aralığından; 
Suların yeşili,göklerin mavisi, 
Lapinaların en harelisi... 
Hala tuzlu akar kanım 
İstiridyelerin kestiği yerden. 
Neydi o deli gibi gidişimiz, 
Bembeyaz köpüklerle, açıklara! 
Köpükler ki fena kalpli değil, 
Köpükler ki dudaklara benzer; 
Köpükler ki insanlarla 
Zinaları ayıp değil. 
Gemiler gecer rüyalarımda, 
Allı pullu gemiler,damların üzerinden; 
Ben zavallı, 
Ben yıllardır denize hasret 


Orhan Veli Kanık


22 Temmuz 2013 Pazartesi

Doğadan mutlu kareler

Doğayı sevmek bir başka güzel. Yaprakların kokusu, dokusu harika. Babaannemden öğrendiğim gibi çiçeklerle, ağaçlarla, yapraklarla hep konuşurum. Bu sıra domates biberlerimle konuşuyorum. Bana çok iyi geliyor. Bu dalların altında oturup eşimi öğlen yemeği için bekliyorum bazen. Ağaç gölge yapıyor ve o gölgenin altında bu yaprakları incelemek hoşuma gidiyor. 


Buna yaralı yaprak diyorum. Ona yakından bakmayı seviyorum. Geçenlerde çaydanlığın demliği taşırken düştü, başparmağım yandı. Bu yaprak da o yüzden bana benziyor gibi geldi. Bendeki yanık izinden onda da var diye düşündüm bakarken. Umarım onunkiler de benim yaralarım gibi çabuk iyileşir.


 Yaprakların ince liflerini seviyorum. Onlara vuran gölgelerden anlamlar çıkartmayı da öyle. 


Zavallı çiçek, sıcaktan ne hale gelmiş. Yine de biraz serinlettim kendisini hafif hafif belki yeniden hayata döner kim bilir.


Bu çiçeğin gövdesi aynı çizgi filmlerdeki canavar çiçekler gibi. Öyle çabuk insanın canını acıtıyor ve yapışıyor ki inanamazsınız. Bir de yapışkan bir şey. Kapkalın da gövdesi var. Yabani olduğu için çok da sıkı tutunuyor toprağa. Her seferinde beni kabartıyor dokunduğumda. O yüzden kimi zaman çok büyüdüklerinde kesiyorum köklerinden. Üzülüyorum ama ne yapayım sonra deli gibi kabartıyor beni. O yüzden bu çiçeğin gövdesini sevmiyorum sadece çiçek açan kısımları hoşuma gidiyor. 

Ofisin hemen girişindeki ağacın gövdesinden bir kesit. Hemen yanına eşimle adımızın baş harflerini kazıdık. Onu da bir ara çekmeliyim. Minicik bir alanda yazdık baş harflerimizi, seneler sonra bile burada olduğumuzu belki okuyan biri çıkar. 


Bu da canavar çiçeklerin gövdelerinden bir görüntü. Ayy gerçekten de canavar gibiler. Çok ürkünç ve batıcı. 


Bunlar da dikenlilere oranla bir o kadar narin ve uçuş uçuşlar. O yüzden çok seviyorum bu ismini bilmediğim minik yaprakları. Elinizi değer değmez dağılıyor. Aynı un kurabiyesi gibiler.



Bu tutuncu çiçeği hayretler içerisinde izledim durdum dakikalarca. Sanki bakır telden işlenmiş gibiydi. O kadar minik ve narin ki o da. Nereden düştüğünü bulamadım ama çamın hemen altında duruyordu. Daha önce çam ağacında böyle bir şeye rastlamadım ama başka bir yerden uçup da gelmiş olabilir. Onu alıp üzerine reçine döküp takı yapmayı düşünüyorum bakalım bu sefer başarabilecek miyim. Bu reçine olayı bayağı zormuş. İki sefer denedim ikisinde de istediğim gibi sonuç alamadım. Ama yılmak yok denemeye devam. 


Bu da çiçeklerin ve ağaçların kurumuş yapraklarının arasında duran bir yiyeceğin paketinin sadece bir kısmı. Bakmayın buradan güzel göründüğüne. Herkes yediğini yere fırlattığından ortalık berbat. Zaten Cezayir'de oldukça pis bir yer. Şantiyeyi ne kadar temiz tutmaya çalışsak da kendine engel olamayan insanları da engelleyemiyoruz ne yazık ki. Bende bu paketi çöpe atmadan evvel değişik bir açıdan fotoğraflayayım bari dedim. 

Şimdilik bu kadar. İnstagram fotoğraflarımı da buradan zaman zaman topluca paylaşmaya devam edeceğim. Herkese mutlu haftalar.

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Değişik bahçelerden muhteşem güzellikler


Herkese Merhaba;
Diğer blog sayfama yazmayı amaç ediniyorum kendime ama burayı hep ihmal ediyorum. Bu sıra pek fazla fotoğraf çekemediğim için de ihmal ediyorum tabi. Artık İphone denen cihaz hayatımızın her alanına sevimsizce dahil oldu. Yanımda taşıyabilme kolaylığından dolayı genelde sevdiğim güzel kareleri onunla yakalıyorum. Hele bir de takıp çıkartılabilen minik iphone objektiflerini de alınca büyük makineyi pek elime almaz oldum. Dün uzun zamandan sonra ilk kez başka bir sebepten makine ile karşılaştığımda özlediğimiz fark ettim ve aslında benim için ne kadar da kıymetli olduğunu. Telefonlar ne kadar iyi çekerlerse çeksinler fotoğraf makinelerinin yerini asla alamayacaklar. En azından benim içimde böyle olacak. 


Bunlar bir nevi büyülü mutluluk çiçekleri. Ne zaman bir ayçiçeği görsem mutlu gülümsemelerime engel olamıyorum. Onlara sarılmak istiyorum. Bir iki sene evvel ilk kez ayçiçeği tarlasına girdim ama yılanların olacağını söylediklerinden korktuğum için fazla tadını çıkartamadım. Oysa kendimi bir o çiçeğe bir bu çiçeğe koşarken hayal etmiştim hep. Keşke evimin hemen yanında kocaman bir ayçiçeği tarlası bir de lavanta tarlası olsaydı. Hayattan başka ne ister ki insan, aa unutmamalıyım ki bir büyük kütüphane ve ufak da olsa bir de bahçe isterim. İşte hepsi bu. Mutlu olmak için gerekli olan yegane şeyler. Sağlıktan başka elbette ki. 



Bu da henüz açmamış hali ile ayçiçeği.


Bunun ne çiçeği olduğunu inanın bilmiyorum. Bana Ananası anımsattı. Kendisini çok sevdim. Dün büyük bir heyecanla bu güzel yaratıkları fotoğraflarken yanımdaki arkadaşım keşke sen botanik bilimci falan olsaydın dedi. Çünkü benim mütemadiyen çiçek ot böcek fotoğrafı çekerken yakalıyor. Ben de keşke dedim. Olmak istediğim daha pek çok şey var. 



Ahh puf çiçekler. Bunların en kocamanlarının bulunduğu bir tarlam da olmasını isterdim. Büyüdüğüm evde dekorasyon süsü manasında büyük siyah bir vazoda renkli tüyler dururdu. Aynı bunlardandı işte, formları da aynıydı. Gidip gelip onları severdim. Biraz dökülürlerdi elbet ortalığa. O evden taşındıktan sonra bile bizimleydiler. En sonunda annem tozlanmalarından bıkmış olmalı ki bir süre banyoda ikamet ettikten sonra sessizce yok oldular. Onları özlüyorum. Onlardan daha bir sürü almak istiyorum çocukluğumun hatırına.


Bu da ne olduğunu bilemediğim bir tür bitki. Biraz tehlikeli olduğunu düşünüyorum ama dokusu çok değişik ve kendine has. Savaş silahlarından birini çağrıştırdı bana ama ona karşı daha olumlu şeyler düşünmeye çalışıyorum doğrusu. 


Bunlar da harika kağıt çiçekler. Gerçek isimlerini bilmiyorum. Eminim karmaşık bir ismi vardır. Ben onlara kağıt çiçek demeyi seviyorum. İsimlerini öğrensem bile hafızamda kağıt çiçek olarak kalacaklarını bildiğimden merak etmiyorum da pek. Dokuları çok güzel. Gerçekten kağıt gibi ama çok narin. Uzun süre de kendilerini koruyorlar. Bunları bahçesine ekti arkadaşım. Çok sevdim. Bir müsait zamanda gitmeyi başarırsak ben de bu çiçeklerden alıp bahçeme ekmek istiyorum. 


Bunlar da bana lavantaları hatırlatıyor. Ne zaman bu formda mor çiçekler görsem arabada bile olsam kendimi cama yapıştırıp acaba lavanta mı diye heyecanlanıyorum. Şu ana kadar hiç lavanta görmedim doğada, büyük bir kayıp. Umarım en kısa zamanda tanışırız kendisiyle...

Yakında yeni fotoğraflar ile geleceğim. 
O ana dek mutlu kalın...